İktidarın Özellikleri ve Beden Dili

Sections

İKTİDARIN ÖZELLİKLERİ

İktidarın Özellikleri ve Beden Dili

İktidar, insanların duruşları, hareketleri ve mekânda kendilerini konumlandırma biçimleriyle doğrudan ilişkilidir. İnsanlar ayakta durabilir, oturabilir, uzanabilir, çömelebilir veya diz çökebilirler ve her bir pozisyon farklı bir anlam taşır. Mevki ve güç, tarih boyunca belirli duruşlarla bağlantılanmıştır. Yüksek bir noktada oturmak, başkalarının ayakta durması, diz çökme ya da birinin oturmasına izin vermeme gibi eylemler, iktidarın sessiz göstergeleri olarak işlev görür.

İnsan duruşları yalnızca bireysel hareketlerden ibaret değildir; aynı zamanda toplumun gelenekleri ve cemaatin alışkanlıklarıyla şekillenir. Duruş değişiklikleri genellikle ani olur ve bu değişiklikler, kimi zaman olağan, kimi zaman da beklenmedik şekilde gerçekleşir. Kilisede diz çökme sıradan bir eylemken, sokakta aniden diz çöken biri olağanüstü bir tepki yaratabilir. Duruşların sabitlenmesi ve anıtsallaştırılması eğilimi, heykellerde olduğu gibi günlük hayatta da mevcuttur.

Ayakta Durma: Bağımsızlık ve Güç Gösterisi

Ayakta durmak, insanın bağımsızlığını ve kendine yeterliliğini simgeler. Çocukluğumuzda ilk kez ayağa kalktığımız anın verdiği özgüven ya da diğer hayvanlara kıyasla iki ayak üzerinde durabilme becerimiz, ayakta durmaya atfettiğimiz önemin temelini oluşturur. Ayakta durmak için özel bir çaba gerekir ve bu çaba, dik durmayı başaran kişinin kendisini güçlü hissetmesine yol açar.

Bir insanın uzun süre ayakta durması, direnç ve dayanıklılık gösterisidir. Özellikle yalıtılmış bir biçimde durduğunda, etkileyiciliği artar. Kendisine zarar verilebileceğini umursamadan dimdik durabilmesi, onun korkusuz olduğunu gösterir. Ayakta durmak, hareketin başlangıcıdır; dolayısıyla gerilim ve potansiyel enerji içerir. İki insan tanışırken ayakta durarak tokalaşmaları, birbirlerini ciddiye aldıklarının bir göstergesidir.

Bağımsızlık vurgusunun yüksek olduğu toplumlarda insanlar ayakta durmaya daha fazla önem verir. Örneğin İngiliz kültüründe, pub’larda içkinin ayakta içilmesi ve resmi davetlerde dahi uzun süre ayakta kalınması, bireysel özgürlüğün altını çizer.

Oturma: Otoritenin ve Hâkimiyetin Sembolü

Oturmak, ayakta durmaktan vazgeçmenin ve başkasının sağladığı bir destekten faydalanmanın ifadesidir. Tarihsel olarak sandalyeler, tahtlardan türemiştir; yani üzerine oturan kişinin bir destek sistemine sahip olduğunu gösterir. Sandalyeye oturmak başlangıçta bir üstünlük işaretiydi; oturan kişi rahatken diğerleri ayakta durmak zorundaydı.

Oturmak, otoritenin devamlılığını gösterir. Oturan bir kişinin uzun süre o pozisyonda kalması, onun iktidarını pekiştirir. Duruşma sırasında bir yargıcın oturması ancak karar anında ayağa kalkması, oturma eyleminin iktidar ve süreklilik ile ilişkisini açıkça ortaya koyar. Yükseltilmiş bir yerde oturmak, oturanın hâkimiyetini pekiştirir.

Sandalyenin bacakları, üzerine oturan kişiye hizmet eden hayvan ya da insanları simgeler. Oturmanın anlamı, yalnızca bir yer kaplamak değil, aynı zamanda baskı uygulamaktır. Üzerinde oturulan şeyin canlı ya da cansız olması fark etmez; asıl önemli olan, oturanın hâkimiyetini ilan etmesidir.

Yatma: Güçsüzlük ve Savunmasızlık

Yatmak, insanın savunmasızlığını en açık şekilde ortaya koyan duruş biçimidir. Uyuyan bir insan, tamamen kendini bırakmış, silahsızlanmış ve korunaksızdır. Yere yatmak, fiziksel olarak en savunmasız durumlardan biridir ve bu yüzden, düşmanın yere serildiği an, iktidarın el değiştirdiği an olur.

İnsan uyurken bile hayatta kalmayı başarmıştır, ancak yatma eylemi, sosyal olarak iktidardan vazgeçmenin bir göstergesi olarak algılanır. Yerden aniden kalkabilmek, bir insanın ne kadar çevik ve güçlü olduğunu gösterir. Bu yüzden liderler ve yöneticiler, uyurken bile tetikte oldukları izlenimini vermek isterler.

Yaralı ya da düşmüş bir insan, toplum içinde küçümsenir. Bir kişinin kalabalık içinde yere düşmesi, izleyenlerde genellikle bir zafer ya da küçümseme hissi doğurur. Bu his, savaşlarda ve kitlesel olaylarda daha belirgin hale gelir; ayakta duranlar, düşmüş olanların üzerinde üstünlük hissederler.

Yere Oturma ve Çömelme: Mütevazılık ve Kabullenme

Yere oturmak ya da çömelmek, iktidardan feragat etmek anlamına gelir. Bu duruş, insanın kendi içine dönmesini ve dış dünyadan bir şey beklemediğini gösterir. Yere oturan ya da çömelmiş bir insan tehlike arz etmez; çünkü bu pozisyon, saldırıya hazırlıklı olmayı engeller.

Doğu toplumlarında yere oturma, yalnızca fakirlere özgü bir duruş değildir; zenginler de bu duruşu benimseyerek mülkiyetle farklı bir ilişki kurduklarını gösterirler. Bir insan yere oturduğunda, sanki tüm varlığını yanında taşıyormuş gibi görünür ve bu, onun kimseye yük olmadığını gösterir.

Diz Çökme: Teslimiyetin ve Yalvarışın İfadesi

Diz çökme, insanın karşısındaki gücün büyüklüğünü kabul ettiği ve ondan bir şey beklediği bir duruştur. İdam mahkûmlarının boynunu uzatması, teslimiyetin en uç örneklerinden biridir. Diz çökerek af dilemek, karşıdakine mutlak bir üstünlük atfetmektir.

Diz çökme eylemi, dramatik bir etki yaratır. Bir insanın sokakta aniden diz çökmesi, etrafındakileri şaşırtır ve bu eylem, iktidarın büyüklüğünü abartılı bir biçimde vurgular.

Orkestra Yöneticisi: Mutlak İktidarın Görsel Temsili

Orkestra yöneticisi, otoritenin en somut ve görsel ifadesidir. Ayakta durarak elleriyle müziği yönetir ve orkestranın her üyesini kontrol eder. Onun hareketleri, yalnızca müziği yönlendirmekle kalmaz, aynı zamanda sahnedeki tüm unsurları denetler.

Orkestra yöneticisinin iktidarı mutlak ve tartışılmazdır. O, yasaları koyan ve ihlalleri anında cezalandıran kişidir. Halk onun hareketlerini izlerken, orkestra da onun emirlerine harfiyen uymak zorundadır.

Şöhret: İktidarın Zamansız Yüzü

Şöhret, isminin tekrar edilmesiyle büyüyen bir güçtür. Şöhret peşinde koşan kişi için önemli olan, isminin mümkün olduğunca çok insan tarafından dile getirilmesidir. Şöhret, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bir köprü kurar ve bireyin adını ölümsüzleştirme çabasının bir parçası olur.

Zamanın Düzenlenmesi ve Saray Mekanizması

İktidarın en büyük göstergelerinden biri, zamanı düzenleme gücüdür. Tarihte birçok yönetici, takvimler ve kronolojiler yaratarak kendilerini zamanın başlangıcı olarak ilan etmiştir. Saraylar, iktidarın merkezileştiği yerlerdir. Saray mensupları, yöneticinin varlığına göre konumlanır ve ona sürekli saygı göstererek hiyerarşiyi pekiştirirler.

BÖLÜM VI : YÖNETİCİLER VE PARANOYAKLAR

Afrikalı Krallar

Afrikalı kralların iktidar yapısı, Avrupalı despotlarla birçok benzerlik gösterir. İlk bakışta tuhaf ve egzotik görünen bu sistemler, aslında yönetim mantığı açısından evrensel bazı kurallar barındırır.

Gabon’daki Kral Glass’ın Ölümü Ve Yeni Kralın Seçilmesi

Gabon’da Kral Glass’ın ölümü, ardılının nasıl seçildiğine dair ilginç bir örnektir. Halk, kraldan bıkmış ve onu kötü niyetli bir büyücü olarak görüyordu. Kral hastalanınca, herkes yas tutar gibi görünse de aslında ölmesini istiyordu. Ölümünden sonra ağıtlar altı gün sürdü ve kral gizlice gömüldü. Bu sırada yaşlılar yeni kralı seçti. Seçim gizliydi ve taç giyme törenine kadar yeni kral bile seçildiğinden habersizdi.

Njogoni’nin Kral Seçilmesi Ve Taç Giyme Süreci

Yeni kral Njogoni, halkın gözdesi olduğu için seçildi. Ancak taç giyme töreni öncesinde, halk onu aşağılayarak ve fiziksel saldırılarla sınadı. Yüzüne tükürüldü, tekmelendi ve ailesine küfürler edildi. Bu saldırılarla kral adayı, halkın korkusunu ve nefretini boşaltma aracına dönüştü. Bu süreç, yöneticinin halkına ne zaman düşman olabileceğini hatırlatan bir ritüeldi. Saldırılar bittiğinde, halk yeni kralına sadakat yemini etti ve onu onurlandırdı. Ardından, kraliyet şenlikleri başladı; altı gün süren bu şölen, bolluk ve bereket getirmesi beklenen yeni yönetimi kutluyordu.

Nijerya’daki Jukun Kralı Ve Kutsal Güçleri

Jukun Kralı, halkı için kutsal bir varlık kabul ediliyordu. Savaş ya da yönetimle doğrudan ilgilenmezdi. Onun görevi, doğurganlığı ve bereketi simgeleyen bir güç kaynağı olmaktı. Çıplak ayakla yere basamaz, hastalanamaz, halkının gözleri önünde yemek yiyemezdi. Eğer hastalanırsa, sessizce öldürülürdü. Kralın tükürüğü kutsal sayılır ve tırnakları, saçları ölümüyle birlikte gömülürdü. Ancak kötü hasatlar ve kuraklık, onun gücünün zayıfladığının işareti olarak görülürdü ve bu durumda kral gizlice boğularak öldürülürdü.

Kralın Yalıtılması Ve Taklit Edilmesi

Afrikalı krallar, halktan yalıtılmış figürlerdi. Onlara nadiren görünmelerine izin verilirdi ve halkın onlara karşı mesafeli olması sağlanırdı. Ancak buna rağmen, saray mensupları kralların her hareketini taklit etmek zorundaydı. Eğer kral topalsa, saraydaki herkes topallardı; kral hapşırınca, herkes hapşırırdı. Kralın taklit edilmesi, onun gücünün halkına yayılması için bir araç olarak görülüyordu.

Ölümü Ve Taht Devir Süreci

Afrika’daki bazı krallıklarda, kralın saltanatı belirli bir süreyle sınırlandırılmıştı. Mesela Jukun Krallığı’nda yedi yıl hüküm süren bir kral, hasat festivalinde öldürülürdü. Bazen, kral kendi ölüm tarihini belirlemek zorundaydı. Bamabara krallığında, kralın boynuna bir keten ip bağlanır, iki kişi ipi çekerken, kral eline alabildiği kadar çakıltaşı alırdı. Aldığı taşlar, hüküm süreceği yıl sayısını belirlerdi. Süre dolduğunda, boğularak öldürülürdü.

Yasasız Ara Dönem Ve Kraliyet İçin Yapılan Savaşlar

Kralın ölümüyle birlikte bir anarşi dönemi başlardı. Uganda’da, kral öldüğünde iki gün boyunca ölüm haberi gizlenirdi. Ancak sonunda davullar çalınır ve büyük bir kaos yaşanırdı. Hapishaneler boşaltılır, suçlular serbest bırakılır ve katliamlar yaşanırdı. Yeni kral seçildiğinde ancak düzen sağlanabilirdi. Hima Krallığı’nda ise, kralın oğulları birbirleriyle ölümüne mücadele ederdi. Hayatta kalan tek kişi, tahtın sahibi olurdu. Kitara Krallığı’nda, yeni kralın taç giyme töreninde, sahte bir çocuk kral seçilir ve bu çocuk boğularak öldürülürdü. Bu ritüel, yeni kralın yaşama hakkını kutsal hale getiriyordu.

Kralın Mutlak İktidarı Ve Ölüm Üzerindeki Yetkisi

Afrikalı kralların en önemli özelliklerinden biri, mutlak ölüm yetkisine sahip olmalarıydı. İstediği kişiyi sorgusuz sualsiz öldürebilirlerdi. Kralın vahşiliği, onun yüceliğini pekiştiriyordu. Uganda Kralı yemek yerken, yanlışlıkla yanına giren biri derhal mızrakla öldürülürdü. Kralın yemek artıklarına dokunulamazdı; bu artıkları yalnızca onun kutsal köpekleri yiyebilirdi.

Bir Delhi Sultanı: Muhammed Tuğluk

Muhammed Tuğluk, hem aşırı cömertliği hem de sınırsız zalimliğiyle tanınan bir hükümdardı. Delhi Sultanı olarak entelektüel kapasitesi çok yüksekti; Arapça ve Farsçayı mükemmel bilirdi, bilim ve sanata ilgi duyuyordu. Ancak paranoyak yapısı ve sert yönetim tarzı, onun en büyük özelliğiydi.

Sarayın Katı Disiplini Ve İdamların Gözler Önünde Gerçekleştirilmesi

Sultan’ın sarayına girmek için üç kapıdan geçmek gerekiyordu. İlk kapının önünde cellatlar bulunurdu. İdam edilenlerin cesetleri, sarayın girişinde üç gün boyunca sergilenirdi. Böylece saraya gelen herkes, otoritenin ölümle nasıl iç içe olduğunu görebilirdi.

Delhi’yi Boşaltma Emri

Delhi halkı, Sultan’ı sürekli eleştiren mektuplar yazıyordu. Buna öfkelenen Sultan, halkı cezalandırmak için kenti tamamen boşaltmaya karar verdi. Evlerin bedeli ödendi ve herkesin Daulatabad’a taşınması emredildi. Emre uymayanlar idam edildi. Sultan, bir gece boş kalan şehre bakarak “Artık öfkem yatıştı” dedi.

Paranoyak Yönetim Ve Cezalandırmalar

Sultan, sürekli isyanlarla uğraşıyordu. Herkesi hain olarak görüyor ve en küçük itaatsizlikleri bile ölümle cezalandırıyordu. Günlük olarak yüzlerce kişi huzuruna getiriliyor, idam ediliyor ya da işkence görüyordu. Cuma günleri hariç, hapishanedeki herkes her gün ona sunuluyordu.

Hindistan’ı Ve Çin’i Fethetme Planları

Sultan, büyük fetih planları yapıyordu. Çin’e 100.000 asker göndermişti, ancak hepsi Himalayalar’da öldü. Hayatta kalan on asker de Sultan tarafından idam ettirildi.

Ekonomik Kriz Ve Bakır Paralar

Devletin ekonomisini güçlendirmek için gümüş ve altın yerine bakır paralar bastırdı. Ancak halk kendi bakır paralarını basınca sistem çöktü. Bakır para çakıl taşlarından bile değersiz hale geldi ve sonunda bu uygulamadan vazgeçildi.

Son Yılları Ve Ölümü

Muhammed Tuğluk, halkının onu sevmediğini fark etti. İmparatorluğunu kaybetmemek için Mısır’daki Halife’den kendisini resmen kutsamasını istedi. Ancak tüm bu çabalara rağmen isyanlar durmadı. Hayatının sonunda, bir cezalandırma seferinde hummaya yakalanarak öldü.

Muhammed Tuğluk, paranoyak bir yöneticinin en saf örneklerinden biriydi. Otoritesini korumak için sürekli öldürme gücünü artırdı ve halkını korku içinde yaşattı.

Formun Üstü

Formun Altı

SCHREBER VAKASI

Schreber'in Anılarının Önemi

Daniel Paul Schreber’in Bir Sinir Hastasının Anıları adlı kitabı, paranoya üzerine yazılmış en kapsamlı belgelerden biridir. Schreber, mesleği gereği sözcükleri doğru kullanmayı öğrenmiş, zeki ve kültürlü bir insandı. Bu nedenle, yaşadığı sanrıları ve kendi kurduğu dini ayrıntılı bir şekilde kaleme almıştır. Onun anlatımı, paranoya vakalarını anlamamız açısından büyük bir fırsat sunar. Kitabı yayımlatma cesaretini göstermesi de onun inançlarının ne kadar güçlü olduğunu gösterir.

Sonsuzluk Ve Evrende Konum Arayışı

Schreber’in sanrılarının merkezinde sonsuzluk kavramı yer alır. Sonsuzluğu sadece soyut bir fikir olarak değil, kendi varlığının bir parçası olarak görür. Zamanın yüzyıllara yayıldığını ve gecelerin binlerce yıl sürdüğünü hisseder. Cassiopeia, Vega, Capella ve Pleiades gibi yıldızlar ona çok yakındır; sanki bir otobüs durağından bahsediyormuş gibi bu yıldızları anarak, onlarla özel bir bağ kurduğunu ifade eder. Uzayın devasa büyüklüğü onun ilgisini çeker ve kendisinin de bu uzaya yayılmasını arzular.

Evrenin Düzeni Ve Tanrı

Schreber’e göre evrendeki en yüce ilke “Evrenin Düzeni”dir ve bu, Tanrı’dan bile üstündür. Tanrı, yaratım sürecinden sonra dünyadan çekilmiş ve artık insan hayatına doğrudan müdahale etmemektedir. Tanrı’nın sinirleri vardır ve bu sinirler ışınlara dönüşebilir. Ancak, insan ruhunun Tanrı’ya çekim gücü çok yüksek olduğu için Tanrı, insanlardan uzak durmalıdır. İnsan öldüğünde, ruhu arınarak Tanrı’nın bir parçası haline gelir. Ancak bu arınma süreci karmaşıktır; Goethe ve Bismarck gibi büyük adamların ruhları bile kimliklerini yüzyıllarca koruyabilse de nihayetinde Tanrı’nın bir parçası olarak diğer ruhlarla birleşirler.

Schreber’e Yönelik Ruh Cinayeti

Schreber’in sanrılarında en önemli unsurlardan biri, kendisine yönelik bir “ruh cinayeti” komplosudur. Ona göre, Profesör Flechsig adlı psikiyatrist onun ruhunu ele geçirmeye çalışmaktadır. Flechsig’in amacı, Schreber’in ruhunu çalarak kendi gücünü artırmaktır. Paranoyak bir zihin için entrikalar her zaman çok önemlidir. Düşmanı sadece tek başına saldırmaz, her zaman bir grup insanı kışkırtarak Schreber’in üzerine salmaya çalışır. Schreber, kendisine karşı düzenlenen bu planları sürekli deşifre ettiğini düşünür.

İnsanoğlunun Yok Oluşu Ve Schreber’in Tek Kalan İnsan Olması

Schreber bir noktada, bütün insanlığın yok olduğunu ve dünyada hayatta kalan tek insanın kendisi olduğunu düşünmeye başlar. Etrafındaki herkes ona göre sadece birer “gölge”dir; onlar gerçekte var değildir, sadece onun aklını karıştırmak için yaratılmış sahte figürlerdir. Ona göre dünya tarihini sona erdiren bir felaket olmuştur ve insan nesli tükenmiştir. Ancak, kendisi hayatta kalmıştır ve belki de yeni bir insan neslini başlatma görevi ona verilmiştir.

Düşman Kitleleri Ve Ruhların Çekimi

Schreber, dünyada kalan tek insan olarak, evrenin tüm ruhlarının kendisine doğru çekildiğini hisseder. Binlerce ruh, yıldızlardan koparak ona doğru akar ve onun etrafında yoğunlaşır. Ancak bu ruhlar onunla birleşmek için değil, onu yok etmek için gelmektedirler. Ne var ki Schreber, onların çekimine karşı koyamaz ve onları içine alarak “tüketir”. Onları yutması, kendisine büyüme gücü kazandırır.

Schreber’in Kadına Dönüşme Sanrısı

Sanrılarının bir diğer önemli boyutu Schreber’in kendisinin bir kadına dönüşmesi gerektiği inancıdır. Başlangıçta bu fikir ona korkunç gelse de, zamanla bunun insanoğlunun devamı için gerekli olduğuna inanmaya başlar. Ona göre dünyada hayatta kalan tek insan kendisidir ve yeni bir insan nesli yaratabilmesi için Tanrı’nın sevgisini kazanarak ondan çocuk doğurması gerekmektedir. Tanrı’yı baştan çıkarmak için kadınsı özelliklerini artırmaya çalışır ve kadın olma fikrine teslim olur.

Zihinsel Baskılar Ve Zorlayıcı Düşünceler

Schreber, zihninde sürekli kendisini rahatsız eden sesler duymaktadır. Bu sesler, ona ne düşünmesi gerektiğini dikte eder. En ufak bir sessizlik anında, ona “Şimdi ne düşünüyorsun?” diye sorarak düşünmeye zorlarlar. Bu da onun zihinsel özgürlüğünü tamamen yok eder. Schreber, bu zorlayıcı düşüncelere karşı koymak için sürekli yüksek sesle konuşur, Fransızca sayılar sayar ve ezberlediği şiirleri tekrar eder. Böylece zihnini ele geçirmeye çalışan güçlere direnmeye çalışır.

Maske Düşürme Ve Paranoyanın Doğası

Schreber’in sanrı dizgesinde en önemli unsurlardan biri de herkesin bir maske taktığını ve bu maskelerin arkasında gizli bir tehdit olduğunu düşünmesidir. Tanıdığı insanlar sık sık farklı kişiler gibi görünse de, o onların aslında aynı düşman olduğunu anladığını iddia eder. Paranoyaklar için maske düşürme işlemi temel bir gerekliliktir; her yüzün arkasında bir başka yüz vardır ve insanın tek yapması gereken bu maskeleri düşürmektir. Schreber’in hastalığının başındaki deneyimleri, onun sürekli etrafındaki insanların yüz değiştirdiğini ve başkalarına dönüştüğünü düşünmesiyle şekillenir.

Hareket Etmeme Ritüeli Ve İktidarın Korunması

Schreber, bir süre sonra hareketsiz durarak kutsal bir görev yerine getirdiğine inanır. Tanrı’nın onun bir ceset gibi hareketsiz kalmasını istediğini düşünür ve günlerce, haftalarca hiç hareket etmeden oturur. Bu, onun kutsal ışınları korumasına yardımcı olacağına inandığı bir yöntemdir. Hareket etmemenin, iktidarın en saf hali olduğunu düşünerek, bedenini taşlaşmış bir heykel gibi sabitlemeye çalışır.

Beden Üzerindeki Saldırılar Ve Yenilmezlik Sanrısı

Schreber’in bedeni de sürekli olarak saldırılara uğrar. Bir gün midesinin alındığını, başka bir gün akciğerlerinin yok edildiğini hisseder. Ancak ne kadar çok zarar görürse görsün, her zaman iyileşmektedir. Bu da onun yenilmez olduğuna dair inancını pekiştirir. Her türlü ölümcül hastalığa ve yaralanmaya dayanabildiğini fark eder ve artık kendisinin ölümsüz olduğuna inanır.

Schreber’in Sonuçları Ve Paranoyanın Politik Boyutu

Schreber’in vakası sadece bir akıl hastasının kişisel sanrıları değil, aynı zamanda politik iktidarın doğasına dair güçlü bir metafordur. Onun dünyasında iktidar, mutlak hâkimiyetle ilişkilidir ve paranoyak, iktidar hırsının en saf hâlini yansıtır. Schreber’in tek amacı, evrende tek insan olma ve tüm ruhları kendine bağlama arzusudur. Paranoya, mutlak iktidar arzusunun en uç noktasıdır ve Schreber’in hikâyesi, politik gücün doğası hakkında bize çok şey anlatır.

SONSÖZ

Schreber Vakası Ve İktidarın Doğası

Schreber’in Akıl Hastalığı Ve Sanrısal Dizgesi

Daniel Paul Schreber, bir Yargıtay Başyargıcı olmasına rağmen, hayatının büyük bir bölümünü paranoyak sanrılarla akıl hastanelerinde geçirmiştir. Onun sanrısal dizgesi, insanın kavrayış sınırlarını zorlayan, evrenin doğasına ve Tanrı ile ilişkisine dair derin ve karmaşık fikirler içerir. Kendini evrenin merkezinde görmesi, göksel cisimlerle ilişkisini kurması ve Tanrı'nın düzenine yönelik yorumları, klasik bir paranoya vakasından çok daha fazlasını sunar. Schreber, kendi bedenini bir gök cismi olarak görüp, uzayın sonsuz büyüklüğüne ulaşma arzusunu içinde taşır.

Onun için konum çok önemlidir; bu, yalnızca fiziksel bir konum değil, evrendeki yeri ve Tanrı ile olan ilişkisi açısından bir varoluş konumudur. Schreber’in dünyası düzensizdir ve tehlikelerle doludur. Bu tehlikeler arasında, Profesör Flechsig’in “ruh cinayeti” girişimi, insan ruhlarının arınarak Tanrı’nın parçası haline gelmesi ve evrenin düzensizliği gibi kavramlar yer alır.

Schreber’in en büyük korkularından biri, aklının yok edilmesidir. Ona göre, Flechsig ve Tanrı’nın bile içinde olduğu bir entrika sonucu, aklı ve ruhu ele geçirilmeye çalışılmaktadır. Bu entrika, paranoyak düşünce sisteminin temelini oluşturur: Sürekli bir tehdit altında olma hissi ve düşmanların her yerde olduğu inancı.

Schreber’in Evren Ve Tanrı Algıları

Schreber’e göre insan ruhu, sinirlerden oluşmaktadır ve öldükten sonra bu sinirler, Tanrı’ya katılarak onunla bütünleşir. Tanrı’nın doğrudan dünyaya müdahale etmemesi gerekmektedir, çünkü insanların sinirleri Tanrı’yı kendilerine çekerek onu tehlikeye sokabilir. Bu nedenle, Tanrı ile yaşayan insanlar arasında düzenli bir temas ancak ölümden sonra kurulabilir.

Buna göre, Tanrı'nın insanoğluna karşı ilgisi sınırlıdır ve dünya olaylarına doğrudan müdahale etmez. Ancak bu, onun kontrolünden tamamen çıktığı anlamına da gelmez. Schreber’in sanrısına göre, Tanrı dünyayla ancak özel durumlar söz konusu olduğunda ilgilenir ve bu ilgiyi çekmek için Schreber’in kendini değiştirmesi gerekir.

Bu noktada Schreber’in en önemli sanrılarından biri ortaya çıkar: Kadına dönüşme fikri. Schreber, dünyada tek sağ kalan kişi olarak, insan neslinin devamını sağlamak adına Tanrı ile birleşmesi gerektiğine inanır. Böylece, zamanla kendini bir kadın olarak hissetmeye başlar ve Tanrı’nın sevgisini kazanarak onunla birleşmeye çalışır.

İktidar Ve Paranoya Bağlantısı

Schreber’in dünyasında iktidar, paranoyanın temel unsurudur. Paranoyak zihniyet, iktidarın doğasını ve nasıl işlediğini anlamamızda kritik bir rol oynar. Schreber, yalnızca evrenin merkezi olduğuna inanmakla kalmaz, aynı zamanda büyük bir tehlike altında olduğuna da emindir.

Onun için düşmanlar her yerdedir ve sürekli olarak onu yok etmeye çalışmaktadırlar. Paranoyanın karakteristik özelliklerinden biri, planlar ve entrikalarla kuşatılmış hissetmektir. Paranoyak kişi, kendisini hedef alan bir komplo olduğuna inanır ve buna göre hareket eder.

Schreber’in sanrıları, modern politik sistemlerle de şaşırtıcı benzerlikler taşır. Özellikle paranoyanın yarattığı kitleler, siyasetle doğrudan ilişkilidir. Schreber’in dünyasında her şey bir saldırı ve savunma mücadelesidir. Yöneticiler de paranoyaklar gibi, sürekli bir tehdit altında olduklarına inanarak hareket ederler. Onlar için de dünya bir entrikalar ve komplolar ağıdır ve hayatta kalmak için düşmanlarını yok etmeleri gerekmektedir.

Hayatta Kalanın Psikolojisi

Schreber’in paranoyak düşüncelerinden yola çıkarak, hayatta kalma içgüdüsü ve bunun iktidarla ilişkisi daha net anlaşılabilir. Schreber, yalnız kalmayı ve diğer herkesin yok olduğunu düşünmeyi güçlülük olarak görür. Gerçek dünyada da yöneticiler ve diktatörler, kendi hayatta kalmalarını garantilemek için kitleleri yok etme eğilimindedir.

Bir yönetici, ne kadar büyükse, o kadar yalnız kalır. Çünkü kendisi dışındaki herkes onun için bir tehdit haline gelir. Schreber’in dünyasında, insanlığın yok olduğu ve sadece kendisinin hayatta kaldığı düşüncesi, bu iktidar psikolojisinin bir yansımasıdır. Hayatta kalmak, başkalarını feda etmeyi gerektirir.

Bu kavram, modern dünyada da değişmemiştir. Bugün, devletler, yöneticiler ve güç sahipleri, kendi varlıklarını korumak adına kitleleri manipüle etmekte ve gerekirse yok etmektedir. Schreber’in dünyasında Flechsig ve Tanrı nasıl onun aklını yok etmeye çalışıyorsa, gerçek dünyada da güçlüler, kendi konumlarını koruyabilmek için halklarını baskı altında tutmaktadır.

 İktidar Ve Hayatta Kalma Savaşı

Schreber’in vakası, yalnızca bir paranoyak sanrı dizgesi olarak görülemez. Bu vaka, aynı zamanda iktidarın doğasını anlamamıza yardımcı olan bir aynadır. Schreber, paranoyası aracılığıyla, gücün doğasını, kitleler üzerindeki etkisini ve bireyin hayatta kalma mücadelesini gözler önüne sermektedir.

Schreber’in düşüncelerinden yola çıkarak, şu sonuçlara ulaşabiliriz:

  • İktidar sahipleri paranoyak bir yapıya sahiptir. Sürekli tehdit altında olduklarını düşündükleri için, kendilerini korumak adına sert önlemler alırlar.

  • Hayatta kalmak, başkalarını feda etmeyi gerektirir. Schreber’in dünyasında olduğu gibi, gerçek hayatta da güçlüler kendi varlıklarını sürdürebilmek için zayıfları yok etmekten çekinmezler.

  • İktidar, tehditler üzerine kuruludur. Schreber’in kendini tehdit altında hissetmesi gibi, yöneticiler de sürekli olarak düşmanlar yaratır ve halklarını bu tehditle korkutarak iktidarlarını sürdürürler.

  • Paranoya, güç kazanmanın ve kaybetmemenin bir mekanizmasıdır. Schreber’in dünyasında olduğu gibi, gerçek dünyada da paranoya, insanları yönetmenin ve kontrol etmenin bir aracıdır.

Schreber’in sanrıları, geçmişteki ve günümüzdeki yönetici figürlerini anlamamıza ışık tutar. Schreber’in yalnızca bir akıl hastası olmadığı, onun paranoyasının dünyanın işleyişine dair derin bir içgörü sunduğu artık açıktır.

Sonuç olarak, Schreber’in yaşadığı paranoya, modern dünyadaki güç ilişkilerinin en saf ve en çarpıcı halidir. İktidar sahipleri, paranoyak bir zihinle hareket eder, tehditler yaratır, yok eder ve hayatta kalan olmak için her türlü aracı kullanır.

Ve belki de en korkutucu olanı şudur: Schreber’in dünyası bir sanrı değil, gerçekliğin ta kendisidir

 


Home
My Courses
Notifications
Profile