ALGI PRENSİBİ

Sections

ALGI PRENSİBİ

Ocak - Açıklık

Stoacılık, hayatı nasıl yaşamak gerektiğine dair kadim bir öğreti sunar. Bu felsefe, bireyin kendi iç dünyasını keşfetmesini, kontrol edebileceği şeyleri fark etmesini ve dış etkenlerin kendisini sarsmasına izin vermemesini öğütler. İnsanların en büyük yanılgılarından biri, değiştirilemeyecek şeyler üzerine fazla kafa yorması ve enerjisini boş yere harcamasıdır. 1 Ocak'ta vurguladığım gibi, kontrol edebildiğimiz ve edemediğimiz şeyleri net bir şekilde ayırdığımızda, hayatımızı çok daha sağlıklı ve bilinçli bir şekilde yönetebiliriz. Uçağın rötar yapması, başkalarının bizi sevmesi veya nefret etmesi ya da geçmişte yaşadıklarımız bizim kontrolümüz dışındadır. Ancak verdiğimiz tepkiler, bu olaylara nasıl yaklaşacağımız tamamen bizim elimizdedir.

Gerçek özgürlük, kendimizi eğitmekle mümkündür. 2 Ocak'ta belirttiğim gibi, eğitim sadece bilgi edinmek değil, bireyin kendisini tanıması ve özgürleşmesi anlamına gelir. Gerçek özgürlük, insanın düşüncelerini ve duygularını yönetebilme yeteneğidir. Eğer hayatımızı daha iyi hale getirmek istiyorsak, zihnimizi geliştirmeli ve düşüncelerimizi kontrol edebilmeliyiz. Ancak bunu yapabilmek için, zamanımızı nasıl değerlendirdiğimizi bilmeliyiz. Çünkü 3 Ocak'ta söylediğim gibi, hayatta en değerli şeylerden biri zamandır ve bunu önemsiz şeyler için harcamak büyük bir kayıptır. Gereksiz sohbetler, boş endişeler, sosyal medyada kaybolmak gibi alışkanlıklar, gerçekten önemli olan şeylerden uzaklaşmamıza neden olur. Eğer büyük hedeflerimize ulaşmak istiyorsak, önemsiz şeylere "hayır" demeyi öğrenmeliyiz.

Stoacılığın temel ilkeleri, 4 Ocak'ta ele aldığım gibi, üç ana unsur etrafında şekillenir: Algılarımızı kontrol etmek, eylemlerimizi doğru yönlendirmek ve kontrol edemeyeceğimiz şeyleri kabul etmek. Hayatın anlamını ve yönünü kaybetmemek için, bu ilkeleri günlük yaşantımıza entegre etmeliyiz. Çünkü 5 Ocak’ta belirttiğim üzere, hedefi olmayan bir insan, neye odaklanması gerektiğini bilemez ve hayatını bilinçsizce yaşar. Başarıya ulaşmak için öncelikle bir hedef belirlemeli ve o hedef doğrultusunda ilerlemeliyiz. Ancak bu hedefin ne olduğunu anlamak için de kendimizi ve hayatımızdaki amacımızı sorgulamamız gerekir. 6 Ocak'ta üzerinde durduğum gibi, kim olduğumuzu ve hayattaki rolümüzü anlamadan, anlamlı bir yaşam sürmek mümkün değildir.

Zihnimizin yedi temel işlevi vardır: Karar alma, reddetme, arzulama, nefret etme, hazırlık yapma, amaç belirleme ve kabullenme. 7 Ocak'ta bu işlevlerin ne kadar önemli olduğunu vurguladım. Eğer bu yetileri doğru kullanmazsak, dış dünyanın etkisi altında savrulabiliriz. Özellikle bağımlılıklarımızı fark etmek ve onlardan kurtulmak, iç özgürlüğümüzü kazanmanın anahtarıdır. 8 Ocak'ta değindiğim gibi, kahve içmeden güne başlayamamak, sosyal medyada sürekli zaman geçirmek, şikayet etmek gibi alışkanlıklar, farkında olmadan bizi esir alır. Bu tür bağımlılıklar, bizi yönlendiren dış etkenlerin ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Ancak gerçek Stoacı, bu bağımlılıkları fark edip kontrol edebilendir.

Hayatta gerçekten neyi kontrol edebileceğimizi anlamak büyük bir farkındalık gerektirir. 9 Ocak'ta belirttiğim gibi, kendi düşüncelerimizi, kararlarımızı ve tepkilerimizi kontrol edebiliriz, ancak başkalarının düşüncelerini, hava durumunu veya ekonomik krizleri kontrol edemeyiz. Eğer huzurlu bir yaşam istiyorsak, sadece kontrol edebileceğimiz şeylere odaklanmalıyız. 10 Ocak'ta vurguladığım gibi, istikrarı yakalamanın yolu, mantıklı kararlar almak ve dış dünyanın kaosuna kapılmamaktır. Çünkü huzur ve istikrar, 11 Ocak'ta belirttiğim gibi, içinde yaşadığımız çevreden değil, iç dünyamızdan gelir.

Gerçek huzura ulaşmanın tek yolu, 12 Ocak'ta ifade ettiğim gibi, kontrolümüz dışında kalan şeyleri kabullenmekten geçer. Her sabah kendimize şu soruyu sormalıyız: "Bugün gerçekten neyi değiştirebilirim?" Eğer değiştiremeyeceğimiz şeyler üzerine kafa yorarsak, sadece enerjimizi boşa harcarız. Bu yüzden, 13 Ocak’ta belirttiğim gibi, gerçek kontrol alanımız sadece zihnimizdir. Bedenimiz bile bizim tam kontrolümüzde değildir, çünkü hastalanabiliriz, sakatlanabiliriz ya da dış etkenlere maruz kalabiliriz. Ama düşüncelerimiz ve seçimlerimiz tamamen bize aittir.

Bağımlılıklarımızı sorgulamanın yanı sıra, alışkanlıklarımızı da gözden geçirmeliyiz. 14 Ocak'ta belirttiğim gibi, zihnimizi kontrol edemediğimizde, dış dünyanın etkilerine karşı savunmasız hale geliriz. 15 Ocak'ta huzurun, doğru yolda ilerlemekle mümkün olduğunu ifade ettim. Kendi yolumuzu belirlemeli ve başkalarının görüşlerine ya da toplumsal baskılara göre hareket etmekten kaçınmalıyız. 16 Ocak'ta ise alışkanlıklarımızı sorgulamamız gerektiğini söyledim. Bir şeyi sadece alışkanlık olduğu için yapıyorsak, bu bir bilinçsizlik göstergesidir.

Hayatın küçük detaylarını fark etmek, dünyaya daha farklı bir perspektiften bakmamızı sağlar. 18 Ocak'ta belirttiğim gibi, dünyayı bir sanatçı gibi görmek, hayatta daha fazla anlam bulmamızı sağlar. Eğer dikkatlice bakarsak, en basit şeylerde bile güzellik keşfedebiliriz. Ancak hangi şartlarda olursak olalım, 19 Ocak'ta söylediğim gibi, seçim hakkımız her zaman bizim elimizdedir. Hayatın bize sunduğu koşullar değişebilir, ancak bu koşullara nasıl tepki vereceğimiz tamamen bize bağlıdır.

Günlük bir ritüel oluşturarak hayatımızı daha bilinçli yaşayabiliriz. 21 Ocak'ta önerdiğim gibi, her sabah kendimize şu soruları sormalıyız: "Bugün nasıl daha iyi olabilirim?" ve "Bugün yaptığım hangi hatalardan ders çıkarmalıyım?" Gün sonunda ise, 22 Ocak’ta belirttiğim gibi, günü gözden geçirmek ve kendimizi değerlendirmek, gelişimimizin sürekliliğini sağlar. Çünkü 23 Ocak’ta ifade ettiğim gibi, para ve maddi kazanç gerçek mutluluğu getirmez. Önemli olan iç huzurumuzu koruyabilmektir.

Gerçek bilgelik, hayatı mümkün olduğunca basit ve anlamlı bir şekilde yaşamaktır. 29 Ocak’ta belirttiğim gibi, gereksiz şeylerle uğraşmak yerine, gerçekten önemli olan şeylere odaklanmalıyız. Son olarak, 30 Ocak’ta felsefenin ruh için bir ilaç olduğunu söyledim. Stoacılık, bizi modern dünyanın getirdiği karmaşadan kurtarır ve iç dünyamıza yönelmemizi sağlar. Eğer gerçek huzura ulaşmak istiyorsak, dış dünyanın etkilerinden arınmalı ve hayatı bilinçli bir şekilde yaşamalıyız. 31 Ocak'ta belirttiğim gibi, modern dünyanın karmaşası içinde, felsefe bize iç huzuru ve yönümüzü tekrar hatırlatır. Günümüz insanı sürekli meşgul, sürekli uyarıcılara maruz kalıyor ve neyin gerçekten önemli olduğunu unutuyor. İşte tam da bu yüzden, Stoacılık hayatın karmaşasından kurtulmak, kendi zihnimizi ve duygularımızı yönetmek için bir araçtır. Eğer hayatımızda felsefeye yer verirsek, düşüncelerimizi berraklaştırır, iç huzurumuzu korur ve daha bilinçli bir yaşam süreriz.

Bu ay boyunca anlatılan tüm bu ilkeler, Stoacı bir yaşamın temel taşlarını oluşturur. Eğer bu felsefeyi benimsersek, daha net düşünebilir, daha bilinçli hareket edebilir ve içsel huzura ulaşabiliriz. Gerçek güç, dış dünyayı kontrol etmek değil, kendi zihnimizi yönetmektir.

Şubat – Tutkular ve Duygular

İnsan doğası gereği duygularına esir düşebilir, özellikle öfke, endişe ve hırs gibi güçlü duygular bizi kolayca ele geçirebilir. Ancak Stoacı felsefe, bu duyguların kontrol altına alınabileceğini ve insanın kendi zihni üzerinde bir efendi olabileceğini savunur. 1 Şubat'ta ele aldığım gibi, Marcus Aurelius’un da belirttiği gibi, gerçek bir adam öfkenin ve tatminsizliğin kölesi olmamalıdır. Sporculardan, boksör George Foreman’a kadar birçok örnek gösteriyor ki, öfkelenmemek, güçlü ve etkileyici olmanın bir göstergesidir. Öfke bir zayıflıktır, bir hata ve çoğu zaman başkalarının bize kurduğu bir tuzaktır.

2 Şubat'ta vurguladığım gibi, hayatımıza giren olaylar ve insanlar bizi kontrol etmeye çalışabilir. Ancak aslında en büyük kontrolü dürtülerimiz üzerindeki hakimiyetimizle elde ederiz. Sırf canımız istiyor diye bir şeyleri yapmak zorunda değiliz. Kimse bizi bir tartışmaya girmeye, bir kurabiyeyi yemeye ya da bir olaya sinirlenmeye zorlayamaz. Kontrol bizdedir.

3 Şubat'ta ele aldığım gibi, endişe çoğunlukla kontrolümüz dışındaki şeylerden kaynaklanır. Bir baba çocukları için kaygılanır çünkü dünyanın her zaman güvenli olmasını ister. Bir yatırımcı parasının değer kaybetmemesini diler. Ancak tüm bunlar bizim elimizde değildir ve Stoacı felsefe, kontrol edemediğimiz şeyler için endişelenmenin gereksiz olduğunu öğretir. Aynı şekilde 4 Şubat'ta belirttiğim gibi, yenilmez olan kişi, mantıklı seçimlerinin dışındaki hiçbir şeyin kendisini üzmesine izin vermeyendir. Profesyonel bir sporcu ya da deneyimli bir lider gibi, baskı altında soğukkanlı kalmayı öğrenmeliyiz.

Bu duygusal dengeyi sağlamak için, 5 Şubat'ta vurguladığım gibi, dürtülerimizi kontrol altında tutmalıyız. Hayatımızdaki manik iniş çıkışlardan kaçınmalıyız. İnsanlar genellikle ya aşırı mutlu ya da aşırı mutsuz olurlar ve bu istikrarsızlık, düşüncelerini kontrol edememelerinden kaynaklanır. Stoacı felsefe bize, dürtülerimizi sorgulamayı ve mantık süzgecinden geçirmeyi öğütler.

Ancak bazen insanlar, bilinçsizce zorluklara göğüs germeyi bir erdem gibi görür. 6 Şubat'ta ele aldığım gibi, bilge insanlar dayanabilir ama zor bir hayatı tercih etmezler. Akıntıya karşı yüzmeye çalışmak yerine, hayatı daha sakin ve bilinçli yaşamak mümkündür. Sürekli hareket halinde olmak, bir amaç uğruna mücadele etmek gibi görünebilir, ancak aslında içsel huzuru engelleyebilir.

7 Şubat'ta değindiğim gibi, korku çoğu zaman kendi kendini gerçekleştiren bir kehanettir. Paranoyak bir insan genellikle başına gelmesinden korktuğu şeyi kendi elleriyle yaratır. Neron’un Seneca’ya karşı duyduğu güvensizlik gibi, korkunun insanı ne hale getirebileceğini tarih boyunca gördük. Bu yüzden, en büyük düşmanımızın bazen kendi korkularımız olduğunu kabul etmeliyiz.

Duygularımızı sorgulamak önemlidir. 8 Şubat'ta belirttiğim gibi, biri kriz anında bağırdığında, ağladığında ya da öfkelendiğinde, ona “Bu sana kendini daha iyi hissettirdi mi?” diye sorsak, cevabı hayır olacaktır. Duygusal patlamalar genellikle rahatlatıcı gibi görünse de, gerçekte insanın kendini daha kötü hissetmesine neden olur. Aynı şekilde 9 Şubat'ta ele aldığım gibi, her şey hakkında bir fikrimizin olması gerekmez. Bazen bilinçli olarak bir şeylere tepki vermemeyi seçmek, zihnimizi gereksiz stresten arındırır.

Öfke konusunda ise 10 Şubat'ta belirttiğim gibi, bu duygu bir yakıt gibi görülebilir ama oldukça kötü bir yakıttır. Birçok insan öfkeden güç aldığını düşünse de, aslında bu enerji tüketici ve yıpratıcıdır. Martin Luther King Jr.’ın dediği gibi, nefret ve öfke, insanın taşıyabileceğinden ağır yüklerdir. 11 Şubat'ta ele aldığım gibi, insan ruhu ya bir kral ya da bir tiran olabilir. Tutkularına hakim olan biri kralken, onları kontrol edemeyen bir tirana dönüşür.

İç huzurun önemi büyüktür. 12 Şubat'ta vurguladığım gibi, hayatımızı sürekli stres altında yaşamak zorunda değiliz. Bazen sorunlarla baş etmek için Stoacı yöntemleri kullanabiliriz, ancak asıl soru şu: “Gerçekten bu hayatı yaşamak istiyor muyum?” Eğer sürekli strese ve kargaşaya maruz kalıyorsak, belki de hayatımızı yeniden şekillendirmenin zamanı gelmiştir.

Bazı tutkuların ve zevklerin bizi nasıl etkilediğini anlamamız gerekir. 13 Şubat'ta ele aldığım gibi, bazen bir şeyin cazibesi, onu elde ettikten sonra pişmanlık getirebilir. Diyet yapan birinin "serbest gün" sonrası pişmanlık duyması gibi, aşırı tutkular da sonunda acıya dönüşebilir. 14 Şubat'ta belirttiğim gibi, harekete geçmeden önce düşünmek, her zaman daha iyi sonuçlar doğurur. 15 Şubat'ta ele aldığım gibi, bazı korkularımız aslında sadece kötü bir rüya gibidir. Onlar gerçek değildir, ancak biz gerçekmiş gibi davranırsak, hayatımızı altüst edebilirler.

Stoacılık bize olayları olduklarından daha karmaşık hale getirmemeyi öğretir. 16 Şubat'ta belirttiğim gibi, bazen sadece bir isteği yerine getirmek, gereksiz çatışmaları önleyebilir. 17 Şubat'ta ele aldığım gibi, mutluluğu dış etkenlere bağlamak, asla doyuma ulaşamamak demektir. 18 Şubat'ta ise, fırtınalara karşı hazırlıklı olmanın önemini vurguladım. 19 Şubat'ta Epiktetos’un hayatı bir ziyafete benzettiği metaforu üzerinden, sabırlı olmanın, sıranın bize geleceğini bilmenin gerekliliğini ele aldım.

Başkalarının tutkularına kapılmamak da önemlidir. 21 Şubat'ta vurguladığım gibi, sadece zenginlik ve itibar değil, huzur ve seyahat gibi güzel şeyler de tutku haline gelirse bizi zayıflatabilir. 22 Şubat'ta ise, Cato’nun söylediği gibi, sadece gerçekten gerekli olduğunda konuşmanın ve harekete geçmenin gücünü konuştum. 23 Şubat'ta Marcus Aurelius’un sözleriyle şartların bizim hislerimizi umursamadığını belirttim.

24 Şubat'ta Epiktetos’un kötülüğün aslında bizim ona yüklediğimiz anlamdan kaynaklandığını anlattım. 25 Şubat'ta belirttiğim gibi, geçmişte büyük tutkular ve hırslarla hareket eden insanlar bile sonunda toz ve dumana dönüşmüştür. 26 Şubat'ta Marcus Aurelius’un dediği gibi, başkalarının yanlışları bizi ilgilendirmez, biz sadece doğanın bize verdiği yetileri en iyi şekilde kullanmaya odaklanmalıyız. 27 Şubat'ta ise, tarafsız kalmanın gücünü vurguladım. Ve sonunda, 28 Şubat'ta, hayatımızda kontrolü kaybettiğimizi düşündüğümüzde bile, felsefenin her zaman elimizin altında olduğunu hatırlattım. Son olarak, 29 Şubat'ta ele aldığım gibi, her zaman istediğimiz şeyleri elde edemeyiz. Epiktetos’un dediği gibi, elini bir kavanoza sokup fazlaca şeker alan bir çocuk gibi, bazen her şeyi almak istemek bizi sıkışmış hissettirir. Hayatta bazı şeylerden vazgeçmek, daha önemli olanlara odaklanmak anlamına gelir. Bu yüzden Stoacılar bize, gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu sorgulamamızı öğütler.

Tutkular ve duygular hayatımızı şekillendirir, ancak önemli olan onların efendisi olabilmektir. Stoacı bilgelik, içsel huzurun anahtarını sunar ve bize şunu öğretir: Gerçek güç, duygularımızı kontrol edebildiğimizde ortaya çıkar.

Mart - Farkındalık

Felsefenin başladığı yer, insanın kendine dair farkındalık geliştirdiği noktadır. Epiktetos’un da dediği gibi, felsefeye başlamak için kitaplara ya da konferanslara ihtiyacımız yoktur. Asıl mesele, kişinin kendi inançlarını, tutkularını ve hatta dilini bile sorgulamaya başlamasıdır. 1 Mart’ta bu düşünceyi vurgulayan Epiktetos, felsefenin bir insanın zihnini analiz etmeye başladığı anda doğduğunu belirtir. 2 Mart’ta Seneca, kişinin kendini doğru değerlendirmesi gerektiğini söyler. Ona göre, insan ya kendini olduğundan fazla ya da az görme eğilimindedir ve bu farkındalık olmadan potansiyelimizi tam olarak anlayamayız. 3 Mart’ta Epiktetos, içsel bütünlüğün öneminden bahseder ve bir insanın hem filozofların yanında olup hem de ahlaksızların yolundan gidemeyeceğini belirtir. Eğer iç dünyamızla ilgilenmezsek, dış dünyanın karmaşasında kayboluruz.

4 Mart’ta özgürlüğün tanımına odaklanan Epiktetos, gerçekten özgür bir insanın kimseye bağımlı olmadığını, hiçbir zorunluluğun onu baskı altına alamayacağını vurgular. Ancak modern dünyada insanlar, farkında olmadan gereksiz zorunluluklarla kendilerini köleleştirir. 5 Mart’ta Seneca, peşinden koştuğumuz şeylerin büyük çoğunluğunun aslında gereksiz olduğunu söyler. İnsanlar birçok şeyi bedava sandıklarını düşünse de, her şeyin bir bedeli vardır ve çoğu zaman bu bedeli özgürlüğümüzle öderiz. 6 Mart’ta Epiktetos, insanların geçmiş deneyimlerini anlatmaya, başarılarını ve korkularını abartmaya eğilimli olduğunu söyler. Ancak başkalarına sürekli kendimizden bahsetmek yerine, onları dinlemeyi öğrenmeliyiz.

7 Mart’ta Heraklitos, insanın kendini kandırmasının hem tehlikeli hem de yanıltıcı olduğunu söyler. Duygularımıza körü körüne güvenmek yerine, onları sorgulamalı ve objektif bir şekilde değerlendirmeliyiz. 8 Mart’ta Epiktetos, zihnimizi korumanın bedenimizi korumaktan daha önemli olduğunu vurgular. Zihnimizi sosyal medya, televizyon ve başkalarının görüşlerine teslim ettiğimizde, farkında olmadan huzurumuzu ve özgürlüğümüzü kaybederiz. 9 Mart’ta Epiktetos, çevremizi bilinçli seçmemiz gerektiğini söyler. Bir insan, vakit geçirdiği kişilerin ortalamasıdır; bu yüzden hayatımıza aldığımız insanlara dikkat etmeliyiz.

10 Mart’ta Seneca, her insanın kendisine rehberlik edecek bir figür belirlemesi gerektiğini söyler. Bu gerçek bir insan olmayabilir, ancak kararlarımızı yönlendiren ahlaki bir pusula olması gerekir. 11 Mart’ta Epiktetos, kendini kısıtlamayan kişinin hem şimdiki zamanda hem de gelecekte özgür olacağını söyler. Ancak birçok insan, farkında olmadan başarı ya da güç uğruna özgürlüğünü kaybeder. 12 Mart’ta Marcus Aurelius, başkalarının yaptığı hataları affetmenin ve onların gözünden bakabilmenin önemini vurgular. Kimse bilerek hata yapmaz; herkes kendi doğrularına inanarak hareket eder.

13 Mart’ta Epiktetos, kaderi suçlamak yerine olaylara farklı bir perspektiften bakmayı önerir. O anda kötü gibi görünen birçok olay, zamanla bizim için bir şansa dönüşebilir. 14 Mart’ta Zeno, bilginin önündeki en büyük engelin kişinin kendini kandırması olduğunu söyler. Eğer her şeyi bildiğimizi sanıyorsak, gelişimimiz durur. 15 Mart’ta Marcus Aurelius, elimizde olan tek şeyin şu an olduğunu vurgular. Geçmişi değiştiremeyiz, geleceği de kontrol edemeyiz. O halde gerçekten sahip olduğumuz tek şey şimdiki zamandır.

16 Mart’ta Marcus Aurelius, insanın zihninin kutsal bir yer olduğunu söyler. Düşünebilmemiz, olayları mantık çerçevesinde değerlendirebilmemiz ve hayatımızı bilinçli yönlendirebilmemiz büyük bir güçtür. 17 Mart’ta Epiktetos, bir insanın kim olduğunu belirleyen şeyin fiziksel özellikleri değil, aldığı kararlar olduğunu söyler. Gerçek güzellik, iyi tercihler yapmaktan gelir. 18 Mart’ta Marcus Aurelius, dış dünyadaki olayların bizi etkilemesine izin vermememiz gerektiğini söyler. İşimiz, patronumuz ya da çevremiz bizi bunaltmaz; bunaltan şey, bizim onlara verdiğimiz tepkidir.

19 Mart’ta Epiktetos, insanın kontrol edebildiği tek şeyin kendi mantıklı kararları olduğunu söyler. Geri kalan her şey kontrolümüz dışında olduğu için ona fazla odaklanmamak gerekir. 20 Mart’ta Seneca, zorluklardan kaçınmayı dilemek yerine, onlarla başa çıkacak erdeme sahip olmayı dilememiz gerektiğini söyler. 21 Mart’ta Marcus Aurelius, gerçek inzivanın bir yer değiştirme meselesi olmadığını, insanın kendi içinde huzur bulması gerektiğini söyler. Tatil ya da dinlenme zamanı beklemek yerine, kendi zihnimize dönerek iç huzurumuzu sağlamalıyız.

22 Mart’ta Epiktetos, eğitimin gerçek anlamda, doğuştan gelen önyargıları ve mantıksız alışkanlıkları sorgulamak olduğunu söyler. Diploma almak ya da bilgi edinmek tek başına eğitimli olmak için yeterli değildir. 23 Mart’ta Seneca, açgözlülüğün ruhumuzu bir deli gömleği gibi sardığını ve insanları mantıksız kararlar almaya yönelttiğini söyler. 24 Mart’ta Epiktetos, felsefenin sadece bir teori değil, hayatın her alanında uygulanması gereken bir disiplin olduğunu söyler. Felsefeyi gerçekten anlamak için onu yaşamalıyız.

25 Mart’ta Epiktetos, özgürlüğün ve zenginliğin kişinin isteklerini sınırlamasıyla mümkün olduğunu söyler. Daha fazlasını istemek yerine, elimizdekilerin değerini bilmeliyiz. 26 Mart’ta Marcus Aurelius, karar mekanizmamızın nasıl çalıştığını sorgulamamız gerektiğini söyler. Eğer farkında olmadan içgüdülerimizle ya da başkalarının etkisiyle karar veriyorsak, aslında özgür değilizdir. 27 Mart’ta Sinoplu Diogenes, insanların değerli şeyleri değersiz şeyler uğruna sattığını söyler. Gerçek değer anlayışını geliştirmek için farkındalık gerekir.

28 Mart’ta Seneca, hayatın bir tasarımı olması gerektiğini söyler. Plansız hareket etmek, korkuya ve başarısızlığa neden olur. 29 Mart’ta Epiktetos, insanların başkalarını etkilemek için yaptıkları şeylerin aslında kendi hayatlarını mahvettiğini söyler. 30 Mart’ta Marcus Aurelius, mantığın rehberimiz olması gerektiğini söyler. Duygular ya da başkalarının görüşleri yerine, mantıklı kararlar almaya odaklanmalıyız. 31 Mart’ta ise Marcus Aurelius, kişinin eğitimli olup olmadığının davranışlarıyla belli olacağını söyler. Cehalet ve disiplinsizlik, insanın yanlış kararlar almasına neden olur. Gerçek eğitim, hayatı mantık ve farkındalıkla yaşamaktır.

Nisan – Tarafsız Düşünce

Zihnimiz, sık sık düşündüğümüz şeylerin rengini alır. Marcus Aurelius’un dediği gibi, insan ruhu izlenimlerle şekillenir ve düşüncelerimiz dünyayı algılayış biçimimizi belirler. 1 Nisan’da vurguladığım gibi, olumsuz düşüncelere saplanırsak, hayatımızı karanlık bir perdeyle kapatırız. Sürekli aynı pozisyonda durmak omurgayı nasıl eğriltirse, zihin de tekrarlanan düşüncelerle şekil alır. 2 Nisan’da zihnimize aldığımız şeylere dikkat etmemiz gerektiğini hatırlattım. Televizyondaki olumsuzluklar, etrafımızdaki insanların düşük standartları, savaş ve dram gibi içerikler bizi farkında olmadan şekillendirir. Ancak bu etkilere maruz kalmak, onları zihnimize kabul etmek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Kapımızı açıp içeri giren davetsiz misafirleri yatak odamıza buyur etmek zorunda değiliz.

3 Nisan’da, hayatımızın çoğunu yanılgılar içinde geçirdiğimizi anlattım. İnsanlar ne istediklerini bildiklerini sanırlar ama eylemleri çoğu zaman sözleriyle çelişir. İyi bir adamla evlenmek isteyen bir kadın, zamanını yanlış insanlarla geçirir. Sevdiği işi yapmak isteyen biri, mevcut düzenini bozmaya cesaret edemez. Kendi içimizde çelişkili arzulara sahip olmak, bizi bölünmüş ve kararsız hale getirir. 4 Nisan’da, hayatın bize sundukları karşısında nasıl tepki vereceğimizi seçme gücümüz olduğunu hatırlattım. Marcus Aurelius, bir imparator olarak doğmadı, ancak bu büyük gücü elinde tutarken dahi, kibire kapılmamak için kendine hatırlatmalarda bulunuyordu. Aynı şekilde, hepimiz hayatımızda karşılaştığımız başarılar ve fırsatlar karşısında karakterimizi korumaya dikkat etmeliyiz.

5 Nisan’da, aldığımız izlenimleri test etmemiz gerektiğini vurguladım. İlk tepkilerimiz her zaman doğru olmayabilir. Epiktetos’un öğüdünü takip ederek, izlenimlerimizi sorgulamalı ve doğrulamalıyız. 6 Nisan’da, her sabah uyandığımızda olumsuz insanlarla ve olaylarla karşılaşacağımızı kabul etmemiz gerektiğini anlattım. Bu durumun bilincinde olursak, onlara karşı nasıl tepki vereceğimizi kontrol edebiliriz. 7 Nisan’da, fikrimizi değiştirmeye açık olmanın önemine değindim. Kendini beğenmiş düşüncelerimiz ve kör inançlarımız, öğrenmemizi engeller. Gerçek bilgiye ulaşmak için fikrimizi gözden geçirebilmeli, hatalarımızı kabul edebilmeliyiz.

8 Nisan’da, hayatımızı etrafımızdaki taklitleri kabul ederek yaşadığımızı ve çoğu zaman gerçek değerleri sorgulamadığımızı ifade ettim. Para söz konusu olduğunda titiz davranırız, ancak düşüncelerimizi aynı dikkatle seçmeyiz. 9 Nisan’da, zihnimize giren her izlenimi hemen kabul etmek yerine test etmemiz gerektiğini belirttim. Epiktetos’un dediği gibi, bir düşüncenin kontrolümüz altındaki bir şey mi yoksa dışsal bir faktör mü olduğunu belirleyerek ona uygun tepki verebiliriz.

10 Nisan’da, olayların kendisinden çok onlara verdiğimiz anlamların bizi rahatsız ettiğini vurguladım. Yaşanan olaylar objektifken, bizim yorumlarımız subjektiftir ve çoğu zaman kendimizi gereksiz yere incitmemize neden olur. 11 Nisan’da, öğrenmek isteyen birinin öncelikle alçakgönüllü olması gerektiğini söyledim. Zihnimizi yeni fikirlere açmazsak, asla gelişemeyiz. 12 Nisan’da, baştan çıkarıcı hediyeleri reddetmenin önemine değindim. Bazı teklifler, ilk başta cazip gelse de, uzun vadede tehlikeli olabilir.

13 Nisan’da, ölçülü olmanın önemini anlattım. İnsanlar çoğu zaman gereksiz yere süslü sözlerle, abartılı davranışlarla kendilerini öne çıkarmaya çalışırlar, ancak gerçek güç, sade ve dürüst bir yaşam sürmekten gelir. 14 Nisan’da, hayatımızda gerçekten neyin önemli olduğuna odaklanmamız gerektiğini belirttim. Bilgi sahibi olduğumuz konularla övünmek yerine, kendimizi gerçekten anlamaya çalışmalıyız. 15 Nisan’da, hayatın vergileri olduğunu ve bunlardan kaçamayacağımızı ifade ettim. Her şeyin bir bedeli vardır ve bunu kabul etmek bizi özgürleştirir.

16 Nisan’da, sebepler ve etkiler üzerine düşünmek gerektiğini anlattım. Kararlarımızın nedenlerini anlamak, davranışlarımızı kontrol etmemize yardımcı olur. 17 Nisan’da, incinmenin bir seçim olduğunu söyledim. Eğer incinmeyeceğimize karar verirsek, kimse bize gerçekten zarar veremez. 18 Nisan’da, kötü şansın aslında bir fikir olduğunu ve gerçekliğimizi nasıl yorumladığımızın yaşadığımız olayları belirlediğini vurguladım.

19 Nisan’da, dürtülerimizi kontrol etmenin ve kamu yararına odaklanmanın önemine değindim. 20 Nisan’da, insanların genellikle zenginlik ve güç gibi dışsal şeyleri "iyi" olarak gördüklerini, ancak gerçek iyiliğin bilgelik, adalet ve kendine hakimiyet gibi erdemlerde yattığını anlattım. 21 Nisan’da, dikkatinizi dağıtmamak için çaba göstermenin hayati önem taşıdığını söyledim. Günlük hayatın kaosu içinde, dikkatimizi kaybetmemeliyiz.

22 Nisan’da, mantıklı bir insanın üç özelliğini belirttim: Öz farkındalık, öz eleştiri ve özerklik. 23 Nisan’da, zihnin gerçekten bize ait olan tek şey olduğunu hatırlattım. Bedensel varlığımız ve nefesimiz bile bizden alınabilir, ancak zihnimiz son ana kadar bizimdir. 24 Nisan’da, kibri faydalı bir şekilde kullanarak gerçekleri olduğu gibi görmemiz gerektiğini ifade ettim. Önem verdiğimiz şeyleri objektif bir şekilde değerlendirmeliyiz.

25 Nisan’da, yanlış olduğumuzu kabul etmenin özgürleştirici gücünden bahsettim. Fikrimizi değiştirmekten korkmamalıyız, çünkü bu, büyümenin ve öğrenmenin bir parçasıdır. 26 Nisan’da, hayatı bir eğitim süreci olarak görmenin, bize yapılan haksızlıkları daha kolay tolere etmemizi sağlayacağını anlattım. 27 Nisan’da, olayları ters yüz ederek farklı açılardan bakmanın önemine değindim.

28 Nisan’da, isteklerimizin bizi nasıl köleleştirdiğini ve gerçekten özgür olmak için bu istekleri kontrol etmemiz gerektiğini belirttim. 29 Nisan’da, büyük resmi görebilmek için zaman zaman dünyaya yukarıdan bakmamız gerektiğini söyledim. Yıldızlara bakmak ve evrenin büyüklüğünü anlamak, günlük hayatın karmaşasından uzaklaşmamızı sağlar. 30 Nisan’da, karakterin, hayatımızdaki en büyük rehber olması gerektiğini vurguladım. Kim olduğumuzu, neye inanıp inanmadığımızı bilmek, bizi başkalarının etkisinden korur.

Bu günlükte her gün, insanın kendi iç dünyasını nasıl şekillendirdiğini ve olaylara verdiği tepkilerle hayatını nasıl değiştirdiğini anlamasına yardımcı olacak fikirleri bir araya getirdim. Gerçek özgürlük, dışsal şeylerden değil, zihnimizi nasıl yönettiğimizden gelir.


Home
My Courses
Notifications
Profile